top of page

Köpeklerin Yetim Kaldığı Gün!

(Bu yazı 21 Eylül 2006 yılında vefat eden Prof. Dr. İsmet Sungurbey’in ardından yazıldı. Köpeklere ve hayvanlara saldırılar devam ediyor. Hocayı rahmetle anarken bu yazıyı bir kez yayınlıyoruz.)


Prof. Dr. İsmet Sungurbey (1928-2006)

Prof. Dr. İsmet Sungurbey’in vefat haberini duyunca (21 Eylül 2006) içimde garip duygular uyandı. Aklıma ilk gelen şey, yetim kalan hayvanlardı.

Sur dibinden, Beyazıt’a; 500’den fazla kedi ve köpek yetim kaldı. Genelde ise tüm hayvanlar yetim kaldı. İsmet hoca ülkemizde hayvan hakları için en tutarlı ve sürekli mücadeleyi sürdürenlerin başında geliyordu. Hayvan Hakları Kanununu bizzat hazırlamıştı.

Hayvan Haklarının bu en büyük savunucusunun vefat haberi 301. maddenin tartışmalarının gölgesinde kaldı. Yazar Elif Şafak’ı adeta linç etmeye çalışanların çıkardığı gürültüde, hayvan haklarından kime ne!

Biz hala insan haklarını; insanın hür ve özgür düşünmesini içimize sindirmemişken, hayvan haklarını savunmak, bu uğurda mücadele vermek abes değilse bile bir lüks olmalı.

Hoca öyle düşünmüyordu.

Herkese inat, o aç, hasta ve biçare hayvanlara kol kanat germişti. Hocanın hayvan sevgisi çocukluk yıllarına kadar gider. Hoca her zaman “bunlar ne yer ne içer” diye düşünürmüş. Annesinin verdiği peynir ekmeği yemez, sokak köpeklerine verirmiş. Ancak esas dönüş bir gece yarısı olmuş.

Hoca 20 yıl kadar önce bir gün arkadaşlarıyla güzel bir gece geçirir. Gece yarısına doğru karnı tok, sırtı pek olarak eve dönerken sırt üstü yatmış, 5-6 yavrusunu emziren bir köpek görür. Hoca yürümesine devam eder. Ancak tüm gece uyku tutmaz. Hocanın kafası adeta zonklamaktadır. Kendi kendine sorar: “Bu köpek ne yer ne içer, nasıl memeleri süt yapar, yavrulara nasıl bakar?”

Tıpkı Buda’nın bir incir ağacı altında yaşadığı aydınlanma ve bilinç değişimini hoca o gece gördüğü yavrularını emziren bir köpek karşısında yaşar. Hocanın, birçoğumuzun yaptığı gibi, bilinçaltına ittiği “şefkat ve merhamet tutkusu” bilinç üstüne çıkar ve tüm hayatını değiştirir.

O geceden sonra kendisini adeta hayvanlara adar.

Hayvanları kendi öz çocuğu gibi görür. Zamanını ve mütevazı maaşını onlarla paylaşır. Sokakta sırt üstü yatan bir sokak köpeği, koca hukuk profesörüne hayatın en anlamlı ve etkili derslerinden birini verir.

Hocanın günlük hayatı değişmiştir. Artık erkenden kalkmaktadır. Bakması gereken çocukları vardır. Sokaklarda onu beklemektedir. Sabah saat 05'lerde Surların dışından yola koyulur. Akşamdan arabasının bagajına balık, ciğer, köpekler için kemik ve yavrular için süt ve taze kaşar peyniri doldurmuştur.

Oturduğu Yedikule'den itibaren Aksaray'a kadar, oradan da Süleymaniye ve üniversite çevresinde yaşayan yaklaşık 30 yerde 500 kedi ve köpeğe bakar. Sabah postasını bitirdikten sonra akşam postasında yine kendisini bekleyen hayvanları doyurduktan sonra evine gelir.

Hocayı ne hastalık, ne kışın soğuğu, ne de yazın sıcakları engeller. Tatile çık diyen dostlarına “ne tatili? İnsan 500 evladını bırakıp tatile çıkar mı?” diyerek cevap verir.

Günümüzde insana insanca muamele edilmezken, kendisi gibi düşünmeyen veya inanmayana hayat hakkı tanınmazken, kendini hayvanlara ve onların haklarına adayan bu insanı anlamak zor olmalı.

Sabah herkes uyurken o yollarda.

Onu tanımayanlar, onun hakkında ne düşünüyordu acaba?

Belki de “meczubun teki” demişlerdir.

Desinler… Umurumda değil.

Beni asıl üzen geride kalan hayvanlar. Bu sabah boşuna beklediler İsmet Hocayı. Kendi dillerince neler dediler acaba?

Acı acı ulumalarını ve miyavlamalarını duyan oldu mu?

Bir insan kendisini hayvanlara bu kadar adayabilir mi? diye düşünmeden edemiyor insan. Ancak hoca empati yaparak bunu başarmış. Günümüzde bizden farklı düşünen ve inananlara; giyinenlere tahammül edilmezken o kendini hayvanların yerine koymuş.

Ünlü hukuk profesörü kendini köpeklerin, kedilerin yerine koymuş. Bir köpek gibi düşünmeye çalışmış. Bir de bakmış ki modern şehirlerimizde onlara yer ve yiyecek yok.

“Çöplüklerde kömür tozu, naylon, ve kâğıttan başka bir şey yok. Bir kuru ekmek parçası bulursam, memelerime süt dolacak, yavrularımı besleyeceğim” diyor hoca.

Ama çöplerde ve başka yerlerde yiyecek bir şey yok. En kötüsü ise insanlarda şefkat ve merhamet yok. Onlara yalvaran gözlerle bakan bu hayvanları anlayan yok.

Hocanın hayvan sevgisi bununla da kalmadı. Yazdığı makale ve kitaplarla mücadelesine devam etti. Ben de hocayı kitaplarından tanıdım; dostlarından dinledim.

Büyük yazarlar kitaplarının ismiyle çok şey ifade ederler. İsmet hoca da öyle yaptı. Kitabın adı: Hayvan Hakları-Bir İnsanlık Kitabı. Üst başlık ise: “Öldürttüğümüz Hayvan Dostlarımız Bizi Bağışlayınız” şeklindedir.

Hocayı okuyunca Onuncu yüzyıl Müslüman ilim adamı İbn el-Marzub’an’ın meşhur kitabı hatırıma geldi: Hayvanların Güzel Elbiseler İçindeki İnsanların Çoğundan Üstünlüğü.

İsmet Hocadan 11 asır önce yaşamış yazar da, bizim hor gördüğümüz hayvanların, aslında birçok medeni insandan daha çok sadık ve vefalı olduğunu fark edenlerden.

İsmet Hoca’ya göre de insanlığın ölçüsü “bizlere emanet eden bu dilsiz varlıklara gösterdiğimiz tavır ve davranışta saklı.

Bundan dolayı gittiği her toplantıda Hz. Peygamber’in bir sözünü ifade ederek konuşmasına başladı. "Hayvanlara eziyet edene Allah lanet etsin!"

Bunu söylerken, hayvanların durumuna ilgisiz kalan herkesi ve özellikle de dindar kesimi uyarıyordu. “Müslümanlıkta hayvanlara eziyet etmenin çok büyük günah olduğunu bilmiyorlar mı? Osmanlı dönemindeki bir fetva kitabında, 'Hayvanlara şefkat, onların sevinci ile sevinmek, üzüntüsüyle üzülmek, Müslümanlığın şartıdır' diyor.

Bir hadisi daha hatırlatıyor hoca: “Bütün mahlûkat, yani canlılar, Allah'ın iyalidır, yani ev halkındandır. Allah'a en sevgili olan da onlara en çok hizmet edendir”.

Burada Hz. Peygamber’in “hayvanlara iyi davranmanın cennete girmeye sebep olacağına” ait bir hadisini hatırlamanın yeridir. Vaktini ve malını bu dilsiz varlıklar için adayan bu değerli bilim adamının yaptığı bu kutsal iş bu hadisin ışığında daha da anlam kazanmaktadır.

Hz. Peygamber bir gün arkadaşlarıyla otururken onlara bir hikâye anlatır. Buna göre yolda gitmekte olan bir kadın susar. Susuzluktan dudakları kurumuş ve içi kor gibi yanmaktadır. Kadıncağız karşılaştığı ilk kuyuya iner ve kana kana su içer.

Kuyudan çıkınca, susuzluktan dilini çıkarıp soluyan ve kuyunun etrafındaki rutubetli toprağı yalayan bir köpekle karşılaşır. Kadın kendi kendine, 'bu hayvan da benim gibi susamış' deyip yeniden kuyuya iner. Ayakkabısını su ile doldurur; ağzıyla da tutup kuyudan tırmanarak çıkar ve köpeği sular. Kadıncağızın bu davranışı Allah’ın çok hoşuna gider. Kadının bu davranışını över ve bütün günahlarını bağışlar.

Hikâyeyi dinleyenler Hz. Peygambere hayretle sorarlar: “Hayvanları sulamakta bize de sevap var mıdır?”.

Verilen cevap ilginç ve anlamlıdır: "Yaşamakta olan her canlıyı sulamak sevaptır".

Vaktini ve malını kimsesiz sokak hayvanlarının karnını doyurmak için harcayan İsmet Hocayı rahmetle anıyoruz.

Hayvan dostlarımız!

Başınız sağ olsun.

Prof. Dr. İbrahim Özdemir

Üsküdar Üniversitesi Çevre Ahlakı Forumu Direktörü

0 görüntüleme
bottom of page