top of page

Bilim Yeniden Allah'ın Varlığına İşaret Ediyor

Güncelleme tarihi: 15 Tem

COVİD-19 pandemisi çoğu kişi gibi, benim ve ailemin de hayatını etkilemeye devam ediyor. Bir süre önce ikinci kez yakalandığım bu hastalık, bu sefer beni ve ailemi epey hırpaladı.


Bu süreçte başta hayatın anlamı olmak üzere öncelikleri ve her şeyi sorguluyorsunuz. 21. yüzyılda tıbbın sınırını ve bilim insanlarının hem gücünü hem de aczini yakından görüyorsunuz. Bunu göremeyip bilim ve doktorların her derde deva olacağını; her hastalığı tedavi edeceğini sananlar hayal kırıklığına uğrayınca, bu zorlu süreçte kendilerini tedavi etmeye çalışan doktorlara şiddet uyguluyor ve hatta işi -maalesef- öldürmeye kadar götürebiliyor. Tıbbın ve onu uygulayan doktorlarımızın nihayetinde bir sınırı olduğunu bilerek; birbirimizi anlayarak bu süreci daha iyi yönetebiliriz. Ben de öyle yaptım. Doktora gittim. Tıbbın bana söylediğine uyarak ancak mikroskopla görülebilen bir virüs karşısında acizliğimi kabul ederek kendimi tecrit ettim. Yememe, içmeme, dinlenmeme ve düşünmeme dikkat ettim. Benim için zorlu bir süreç oldu. İki hafta işe gidemedim. Bu süreçte bol bol okumaya çalıştım. Özellikle COVİD'le ilgili yeni bilimsel çalışmaları okumaya çalıştım. Sağlıklı beslenmenin ne kadar önemli olduğunu; her bir bitkinin adeta tabiat eczanesinden bizlere takdim edilen birere ilaç olduğunu bir kez daha anladım. COVİD'in sadece benim ve ailemin değil, birçok insanın hayatını kökten değiştirdiğini; kimisinin de dünyasını değiştirdiğini anladım. *** Bu süreçte Nevzat Tarhan Hocanın topluma sürekli pozitif mesajlar verdiğini bir kez daha fark ettim. Aslında Nevzat Hoca bir ruh hekimi olarak birçok konuda fikirlerini toplumla paylaşıyor. Bilgi temelli olarak herkese ve her kesime yardımcı olmaya çalışıyor. Özellikle bu zorlukları yenmede Allah'a olan sahih bir inancın ve bunun gereği olan merhamet ve şefkat temelli anlamlı bir hayatın önemine dikkat çekiyor. Yayınlanan yeni bir videosunda (https://www.youtube.com/watch?v=XAzMFbKrPkE) inancının bilimsel temellerini anlatarak aslında bilimin geldiği noktada Allah'ın varlığına işaret ettiğini basit ve ayrıntılı olarak anlatıyor. Kritik bir zamanda bir kez daha Allah ve hayatın anlamı konusunda döşenmeye davet ediyor. Bu hafta yayınlanan ünlü Newsweek dergisine baktığımda adeta Nevzat Tarhan Hocadan esinlenen (kopya çeken mi deseydim?) bir yazı gördüm. "Bilim Ateistleri Desteklemeyi Bırakıp Tanrı'nın Varlığını İşaret Etmeye Başladı?"

Yazar Stephen C. Meyer Discovery Institute'un Seattle'daki Bilim ve Kültür Merkezi'ni yönetiyor. Doktorasını Cambridge Üniversitesi'nden Bilim Felsefesi alanında almış. Tanrı Hipotezinin Dönüşü: Kâinatın Ardındaki Zihni Ortaya Çıkaran Üç Keşif (Mart 2021) adlı kitabın da yazar. Daha önce yazdığı Darwin'in Şüphesi kitabı New York Times'ın en çok satan kitaplar listesine girmiş.

Stephen C. Meyer'in 15 Temmuz 2022 tarihli yazısının tercümesini sunarken Allah’ın varlığı konusunda asıl karar vermesi gerekenin insanın kendisi olduğunu belirtmek isterim. İnanmak iyi bir niyet ve arayış meselesidir. Hayatın anlam ve muammasını merak etmeyen ve aramayan; yaratıcı bir gücün varlığını baştan kabul etmeyen; etmek de istemeyen birsini kimse ikna edemez. Bundan dolayı Müslüman alimler imanı "insanın özgür iradesini kullandıktan sonra Allah'ın kalbe attığı bir "nur" olarak tanımlar. Kur'an böyle bir niyeti ve arayışı olmayanları: “onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler" (7:179) olarak tanımlar. Anlamlı ve düşündürücü bir tespit!

Stephen C. Meyer'in "Bilim Ateistleri Desteklemeyi Nasıl Bırakıp Yeniden Tanrı'yı İşaret Etmeye Başladı" yazısını tercümesi:

Son zamanlarda manşetler inananlar için cesaret verici değil. Gallup tarafından yapılan bir anket, Tanrı'ya inanan Amerikalıların oranının yüzde 81'e düştüğünü gösteriyor; bu oran son on yılda yüzde 10'luk bir düşüşe işaret ediyor ve tüm zamanların en düşük seviyesi.

Hızlanan bu eğilim özellikle genç yetişkinler arasında belirgin. Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir ankete göre, 18-29 yaş grubundakiler, "nones" olarak adlandırılan ateistler, agnostikler ve dini bağları olmayanlar arasında orantısız bir şekilde temsil edilmektedir.

Papazlar ve diğer dini liderler bu eğilimi birçok faktöre bağlıyor: gençlerin kilise dışında yetişmesi, ayinlere ve kilise kültürüne aşina olmamaları, hatta COVID-19.

Bu artan inançsızlığın altında yatan nedenleri araştırmak için yaptığımız ulusal ankette başka bir cevap bulduk: Bilimin yanlış anlaşılması. Belki de şaşırtıcı bir şekilde, anketimiz bilimin algılanan mesajının inanç kaybında öncü bir rol oynadığını ortaya çıkardı.

Özellikle hayatın amaçsız evrimine ilişkin bilimsel kuramlara yönelik bazı yorumların; acı, hastalık ya da ölüme ilişkin endişelerden daha fazla bir biçimde insanın Tanrı inancını reddetmesine yol açtığını tespit ettik. Ayrıca, kendini ateist olarak tanımlayanların yüzde 65'inin ve agnostiklerin yüzde 43'ünün "bilimin ulaştığı sonuçların [genel olarak] Tanrı'nın varlığını daha az olası kıldığına" inandığını gösterdi.

Bu algının neden yaygınlaştığını anlamak kolay. Son yıllarda pek çok bilim insanı ateizmin ünlü sözcüleri olarak ortaya çıktı. Richard Dawkins, Lawrence Krauss, Bill Nye, Michael Shermer, mütevaffa Stephen Hawking ve diğerleri, bilimin Tanrı inancını gereksiz ya da mantıksız hale getirdiğini savunan popüler kitaplar yayınladılar. Dawkins ünlü bir yazısında, "Gözlemlediğimiz evren, eğer temelde hiçbir amaç, hiçbir tasarım... kör, acımasız bir kayıtsızlıktan başka bir şey yoksa, tam da beklememiz gereken özelliklere sahiptir" demişti. Verilen bu mesaj(lar) ile gerçeklik arasında büyük bir kopukluk var. Son yüzyılda, önemli bilimsel keşifler bilim temelli ateizme dramatik bir şekilde meydan okudu ve özellikle üç tanesi artık kesinlikle daha Tanrı dostu bir hikâye anlatıyor.

Birincisi, bilim insanları fiziksel kâinatın bir başlangıcı olduğunu keşfettiler. Astronomideki gözlemler ve kuramsal fizik tarafından desteklenen bu keşif, uzun zamandır kâinatı ebedi ve kendi kendine var olan, dolayısıyla da harici bir yaratıcıya ihtiyaç duymayan bir varlık olarak tasvir eden bilimsel ateistlerin beklentileriyle çelişiyor.

Bilim insanlarının Büyük Patlama olarak adlandırdıkları olaya ilişkin kanıtlar bunun yerine geleneksel teistlerin beklentilerini teyit etti. Big Bang kuramını destekleyen önemli bir keşfin yapılmasına yardımcı olan Nobel ödüllü Arno Penzias, kuramın kozmik bir başlangıcı onaylaması ile ilahi yaratılış kavramı arasındaki açık bağlantıya dikkat çekti.

Penzias, "Elimizdeki en iyi veriler, Hz. Musa'nın beş kitabı...[ve] bir bütün olarak İncil'den başka dayanağım olmasaydı, tam olarak tahmin edeceğim şeylerdir" diye yazıyor.

İkincisi, fizik biliminin kâinatın yapısı hakkındaki keşifleri bu teistik sonucu güçlendiriyor. 1960'lardan bu yana fizikçiler, yaşadığımız kâinatın temel fiziksel yasalarının ve parametrelerinin, her şeye rağmen, kâinatın yaşama ev sahipliği yapabilmesi için ince bir şekilde ayarlandığını tespit ettiler. Yerçekimi veya elektromanyetik çekimin gücü ya da kâinatta madde ve enerjinin başlangıçtaki düzeni gibi birçok bağımsız faktörde yapılacak küçük değişiklikler bile yaşamı imkânsız hale getirebilirdi. Bilim insanları bir tür "Goldilocks Evreni "nde ya da Avustralyalı fizikçi Luke Barnes'ın deyimiyle son derece "Şanslı Evren "de yaşadığımızı keşfettiler.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, pek çok fizikçi bu ihtimal dışı ince ayarın kozmik bir "ince ayarcıya" işaret ettiği sonucuna vardı. Eski Cambridge astrofizikçisi Sir Fred Hoyle'un savunduğu gibi, "Verilerin sağduyulu bir yorumu, bir süper zekânın hayatı mümkün kılmak için fizikle oynadığını" gösteriyor.

Üçüncüsü, moleküler biyoloji canlı hücrelerde mükemmel bir bilgi nanoteknolojisi dünyasının varlığını ortaya çıkardı. Bunlar arasında depolama ve iletim kapasiteleri bakımından bizim dijital yüksek teknolojimizi kat be kat aşan küçük, karmaşık yapılı moleküler sistemler olan DNA ve RNA'daki dijital kodlar da yer alıyor.

Richard Dawkins bile "genlerin makine kodunun esrarengiz bir şekilde bilgisayar benzeri olduğunu" kabul ederek, hayatın kökeninde usta bir programcının faaliyet gösterdiğini ima etti. En azından modern biyolojinin keşifleri, kör materyalist süreçlerden beklenecek şeyler değil.

Tüm bunlar, kamuoyunun bilimin mesajına ilişkin algıları ile bilimsel delillerin gerçekte ne gösterdiği arasında giderek artan bir eşitsizliğin altını çiziyor.

Geçtiğimiz yüzyılın büyük keşifleri "kör, acımasız bir kayıtsızlığa" işaret etmek bir yana, hayatın ve kâinatın mükemmel tasarımına ve muhtemelen tüm bunların ardındaki akıllı bir yaratıcıya işaret etmektedir.

İbrahim Özdemir Felsefe profesörü, Üsküdar Üniversitesi

1 görüntüleme
bottom of page