top of page

Beyin ve Ruh Sağlığımız Temiz Çevreye Bağlı

Güncelleme tarihi: 15 Tem

Tabiat ve Sağlık yazımıza çok olumlu tepkiler almaya devam ediyorum.


lk olumlu tepki, Prof. Dr. Nevzat Tarhan Hocadan geldi. “Çok önemli bir yazı. Tebrik ederim” dedi.

Ardından KBB hocası Prof. Dr. Aytuğ Altundağ’dan geldi.

Aytuğ Hoca yazımdaki tezi destekleyen ve daha ileri bir boyuta taşıyan iki Japon bilim insanının kaleme aldıkları bilimsel bir makaleyi de gönderdi

Yamaguchi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöropsikiyatri Bölümünden Chong Chen ve Shin Nakagawa’nın yaptıkları ortak çalışmanın adı: “Gezegenimizin Sağlığı ve İnsanın Geleceği: Çevre Sorunlarının İnsan Beyni Üzerindeki Artan Etkisi”.

Makale bilimsel bir yayın olarak Kasım 2018’de yayınlanmış.

Hava kirliliği ve yeşil alanın beyne giden çoklu yolların etkileşimi. Ruh-beden sağlığımız çevreye bağlı.

Başlıktan da anlaşıldığı gibi, konu hepimizi ilgilendirdiği için çok önemli. Çevre kirlenmesi beynimizin kirlenmesine; bu da başta zihin ve ruh sağlığımız olmak üzere tüm hayatımızı ciddi olarak etkiliyor.

Makalede öncelikle insan-tabiat ilişkisiyle ilgili temel bir gerçekliğe dikkat çekiyorlar:

“Tüm farkındalık, düşünceler, duygular, algılar, anılar, eylemler, kısaca insan olma kapasitemizi ve gerçekliğimizi kapsayan her şey, beynimizin biyolojik ara yüzü aracılığıyla gerçekleşir.”

Tam da bundan dolayı, çevredeki bir bozulma, çürüme, tahribat ve kirlilik tüm bu ilişkileri kökten etkiliyor.

Yazarlar “beyin-zihin” ilişkisinin mahiyetinin hala muamma olmaya devam ettiğini belirttikten sonra bir noktada hem fikirler: “Bilincin kaynağı temel ve anlaşılması güç bir soru olmaya devam ediyor.” Ancak şu nokta açık ve net:

“Biyolojik sağlığa yönelik tehditlerin hayatın ilk anlarından itibaren psikolojik ve nörolojik işleyişin her yönünü tehlikeye atabileceği de kaçınılmaz bir gerçek.”

Yazarlar “Ekolojik tehditlerin bireysel beyin sağlığının belirli yönleri üzerindeki etkileri iyi bilindiğini”, ancak “gezegen ölçeğindeki ekolojik hasarın ve çok sayıda gezegen sisteminin erozyona uğramasının insan beyninin biyolojisi üzerindeki kolektif etkilerine çok az dikkat” edildiğinin altını çiziyorlar.

Yazarlara göre tüm bunların bireysel şartlara göre büyük ölçüde değişiklik göstermesi muhtemel. Ancak kesin olan şu: Gezegen ölçeğindeki 'disbiyotik sürüklenmenin' (sürekli stres ve sıkıntı içinde olmanın), her türden biyolojik strese doğru toplu bir kayma ile kişisel ölçeğe yansıması da kaçınılmaz bir durum.”

Makalenin önemi de burada. Yazarların ulaştığı sonuç açık ve net: • “Tüm dünyada her gün tanık olduğumuz “çevre tahribatı” ile “kişisel olarak yaşadığımız stres ve sorunlardaki” toplu artışlar birbiriyle doğrudan ilişkili; • Psikolojik baskıların yanı sıra çok yönlü biyolojik baskılar ruh sağlığı krizine ve beyin gelişimi, işleyişi ve yaşlanmasında çok sayıda bozukluğa yatkınlığına sebep oluyor.

İşin püf noktası da burası: Karşı karşıya olduğumuz sorunlar sadece bizimle alakalı değil. Çocuklarımız ve torunlarımızla da ilgili. Onlara sağlıklı ve temiz bir dünya bırakıp bırakmamız onların ruh ve beden sağlığını doğrudan etkileyecek. Başka bir deyişle, çocuklarımıza bağ, bahçe, ev, yazlık ve iyi bir servet bırakmak onların mutluluğu için yeterli olmayacak. Havası, suyu, toprağı ve dolayısıyla gıdaları temiz olmayan bir dünyada yukarıdaki maddi zenginliğin hiçbir anlamı olmayacak.

Suyu, toprağı ve havası kirletilmiş; kaynakları talan edilmiş bir gezegen üzerinde yolculuk ederken Japon bilim insanlarının ulaştığı sonuç ve vermek istedikleri mesaj çok açık:

“Sebep olduğumuz çevre sorunlarının gelecek nesiller, yani çocuklarımız ve torunlarımız” için sağlığın, kapasitenin ve insan deneyiminin özünün her yönü üzerinde ciddi etkileri olacak.”

Eldeki veriler “hava kirliliğinden yeşil alanların yok olmasına kadar beyin sağlığını etkileyen birçok faktörü” ortaya koyuyor.

Cahit Sıtkı şair duyarlılığıyla bunu çok önceden yazmış ve bizi uyarmıştı.

Küresel kapitalist tüketim salgını hepimizi etkiledi. Bundan olsa gerek “Memleket İsterim” şiirindeki çığlığı duymadık, duyamadık ya da anlamadık.

Anne karnındaki çocuk, hayatını annesine göbekten bağlı olduğu kordonla sağlar. Bizler de hava, su ve toprak kordonlarıyla göbekten tabiat anneye bağlıyız. Annemize ne olursa, bize de yansır. Bu gözle şiiri bir kez daha okuyalım. (İtalik yaptığım kelimeler üzerinde tekrar tekrar düşünelim derim)

Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Böyle bir memleketin beden ve ruh sağlığımız için ne kadar elzem olduğunu daha yeni anlamaya başlıyoruz. Göllerinin kuruduğu, ırmaklarından balıkların yaşamadığı, Marmara Denizinin ölüm döşeğinde olduğu, ormanlarında kuş seslerinin duyulmadığı bir memlekette ruh ve beden sağlığımızı korumak mümkün değil. Bu öyle bir dert ki bildiğimiz ilaçlar da şifa olmuyor. Bu sebeple Kanada ve Finlandiya’da doktorlar reçetelerine “orman ve parklarda gezmeyi, temiz hava almayı, tabiatın estetik boyu üzerinde tefekkür etmeyi” de yazmaya başladılar. Yapmamız gereken, memleketimizin havasına, suyuna; deniz, göl ve nehirlerine; ormanlarına, toprağına, hayvanlarına ve bitki örtüsüne sahip çıkmak.

Yıllardır “temiz ve yaşanabilir bir dünya için” mücadele eden çevrecilere destek olmak.

Kuantum Değişimi Şart! Tam da bundan dolayı Japon bilim insanları bizlere “bir kuantum değişimi çağrısında” bulunuyor. Peki ama kuantum değişimi ne demek? Bunu kavramın mucidi Prof. Dr. Ervin Laszlo’ya sormak lazım. Ervin Laszlo bir filozof ve sistem bilimci. Toplam 25 dilde yayınlanmış 106 farklı kitabın yazarı, ortak yazarı ya da editörü. 400'ün üzerinde makale ve araştırma yazısı kaleme almış. ABD, Kanada, Finlandiya ve Macaristan'dan Fahri Doktoralar da dahil olmak üzere çeşitli onur ve ödüllerin sahibi. 2004 ve 2005 yıllarında Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmiş biri. Bundan dolayı Laszlo'nun çalışmalarının Darwin, Newton, Einstein, kuantum öncüleri ve tarihin diğer pek çok bilim devinin vizyonunu aştığı söyleniyor. Laszlo, kuantum değişimi kavramıyla bilimsel materyalizmden dünyanın büyük ruhani gelenekleriyle uyum içinde çok boyutlu bir dünya görüşüne geçişi vurguluyor. Yaşadığımız çevresel, bilimsel ve jeopolitik çalkantılarda bize rehberlik edecek yeni bir "gerçeklik haritasına" işaret ediyor. Kendimizi kandırmaya gerek yok. İçinde yaşadığımız dünya, aydınlanma filozoflarının düşlediği bir dünya değil. Bugün yaşadığımız gerçeklik büyük ölçüde yeni bir gerçekliktir. İklim değişikliği, küresel şirketler, sanayileşmiş tarım, kısaca her şey değişiyor. Tüm bunlar, yok olmamak için bizi hızla değişen dünyamızla birlikte değişmeye zorluyor. Bilimin geldiği son nokta artık gerçekliği daha geniş, muhtemelen sonsuz bir meta-evrende ortaya çıkan çoklu evrenler olarak ve aynı zamanda daha derin, atom altı düzeydeki boyutlara uzanan bir şekilde görmeyi gerektiriyor. Değişen dünyamızın ve değişen dünya "haritamızın" birbirine bağlılığını anlayarak, iç görü, bilgelik ve güvenle yolumuzu bulabiliriz. Kısaca, değişen ve dönüşen dünyada eski haritalarla yolumuzu bulamayız. Yeni yol haritalarına ihtiyacımız var. İnsan-tabiat ilişkilerini yeniden keşfetmek; ruh ve beden sağlığımız için tabiatı yeniden anlamak, anlamlandırmak ve korumak zorundayız. Bütün mesele kuantum değişiminin yapıp yapamayacağımıza bağlı görünüyor. Gelecek nesillerin bizleri hayırla yad etmesi ve rahmetle anması buna bağlı olacak.

Prof. Dr. İbrahim Özdemir

2 görüntüleme
bottom of page